Rehber Yasin Turizm Blogu
Rehber Yasin tecrübelerini paylaşıyor
3 Mart 2012 Cumartesi
Artvin Kafkasör Boğa Efsanesi
Boğa Gölünün kenarında hayvanlarını otlatan bir adamın boğası böğürmüş. Göl içerisinden bu sesi işiten su boğası, gölün kıyısına çıkmış. Orada bulunan boğa ile güreşmişler. Su boğası öteki boğayı kaçırdıktan sonra yine göle girmiş. Kaçan boğanın sahibi, boğasının yenildiğine çok üzülmüş. Su boğasından öcünü almak çareler aramaya başlamış. Boğanın boynuzlarının ucuna polat boynuz takmak aklına gelmiş. Kendisi de demirci olduğu için boğasına uçları çok ince takma polat boynuzlar yapmış. Bir müddet de boğasını besledikten sonra hayvanları ile boğasını yine aynı göl kenarına götürmüş. Göl kenarına gelen boğanın böğürmesini duyan su boğası da böğürerek gölden dışarı çıkmış ve güreşmeye başlamışlar. Fakat polat boynuzlu boğanın ince uçlu takma boynuzları su boğasının kafasında muhtelif yaralar açmaya başlamış. Bu suretle yüzü-gözü kan içerisinde bulunan su boğası, aynı zamanda canı yandığından polat boynuzlu boğanın önünden kaçmak zorunda kalmış. Arkadan yetişen boğa, su boğasının butuna sapladığı boynuzları ile ağır bir yara daha açmış.Yaralı boğanın göle girmesi ile ondan akan kanlar, gölü kana bulamış.
Hâlen göl içerisinde kırmızı taş ve toprağın su yüzüne aksettirmiş olduğu yol şeklindeki bir kırmızılığı, boğanın suya girdiği yer ve ondan kalan kan lekelerinin izi olduğuna inanılmaktadır.
Yaralı su boğası, diğer boğa sahibine yapmış olduğu beddua karşısında bu ailenin perişanlık içerisinde kaldığı rivayet edilmektedir.
Kaynak: www.saylica.com
Kaftanoğlu Menkıbesi
Ardanuç'un yol üstü adı ile anılan köyünün kuzey batısında Acı-Elma ,Anza ve Çıkçık adlarında üç tepe vardır.Bunlardan Anza'nın güney yamaçlarındaki geniş alanda çeşitli kalıntılar bulunmaktadır.Bu yöreye çevresi ile birlikte Berda denir.Kaftanoğlu menkıbesinde adı geçen Berda adlı yerleşim yerinin burası olduğu sanılıyor.Kaftanoğlu menkıbesi çeşitli şekillerde anlatılmaktadır.
1.anlatım
-Berda denilen yerde yaşayan Kaftanoğlu heybetli,güçlü,kuvvetli,güzel çehreli,kaytan bıyıklı bir adamdır.Uçan kuşa hükmeder,hatırını saymayan beyleri,ağaları zarı zarı ağlatır.Fakir fukarayı güldürürdü.Malı davarı,atı,atlısı o kadar çok idiki sofraya oturduklarında şimşir kaşıklarının sesi bir saatlik yoldan duyulurdu.Aman dileyeni bağışlar,erzak isteyenin ambarlarını doldururdu.
Berdanın namı dörtbir yanda bilinir,Kaftanoğlunun şerefi ve şanı Padişah katında da anılırdı.Kaftanoğlunun duyan beyler,ağalar ona gelir,onunla birlikte olduklarını söylerlerdi.Konaklarda ağırlanan beyler,ağalar o kadar çoktu ki onların bir günde içtiği çay,Ardanuç Kale Beyi'nin bir yıllık masrafını karşılardı.Konaklardaki musluklardan koyun,keçi,inek ve camuş sütü ayrı ayrı akar,kürünler dolusu kaymaklar bulunurdu.
Kaftanoğlu o derece gani bir bey idi ki en ufak bir hediyesi bir fakiri zengin ederdi.Onun zamanında değil Berda da ,Basa,Cugo,Ançkura köylerinde bile fakir bulunmazdı.Her gün ziyaretçiler dolar taşar,kurbanlar kesilir,mevlitler okunurdu. Ziyaretlerde bulgur pilavına kimse kaşık atmaz,şişek kurbanından yapılmış kavurmalar,pirinç pilavları ile yenirdi.İnsanlar doyar,artanı da kurt kuş yerdi.Kaftanoğlu devrinde güvenlik o derece sağlamdı ki kurt ile kuş birlikte gezerdi.Berda'dan dışarda olan yerlerde ise güvenlik bu derece iyi değildi.
Çık hele Berda'dan dışarı
Görürsün başına neler gelir.
İti,kurdu,insanı mı başarı
Görürsün başına neler geliyor.
Kaftanoğlu yoktur el illerinde
Kurdu yarı gezer cebellerinde
Urbam için öldürürler yollarında
Görürsün başına neler geliyor
Kaftanoğlu'nun hayır hayratı da boldu."Kaftanoğlu çamı"nın dibinden Anuç'a Ançkura'ya yol giderdi.Bu yoldan geçenler Kaftanoğlu'nun sofrasında doyar,ondan sonra yola revan olurdu.Onun sofrasını ancak dört kişi çamın dalına asar ve indirebilirdi.Çamın bir dalında koyun,bir dalında sığır eti asılı dururdu.Gelip geçen ister koyun etinden ister,sığır gövdesinden et keser,hazır ocakta pişirir,yer geçerdi.Eğer et yemeden geçerse Kaftanoğlu'na hakaret sayılır,o yolcu temizce dövülürdü.Bunun için kaftanoğlu devrinde zengin le fakir belli olmazdı.
Kaftanoğlu' nun iki sarayı vardı.Biri Çürük Taş'ın üstünde,öteki de Acı Elma Tepesi'ndey di Her konakta ki hizmetçiler ayrı idi.İçki içer,saz çaldırırdı.Aşıkları sever bol bol bahşiş verirdi.
Köyleri şehirleri maiyetiyle gezer,Kaftanoğlu'nun ünü,o yere gitmeden duyulurdu.Kendisi kır donlu bir ata biner bunu Köroğlu'nun kır atının torunu olduğunu söylerdi.Maiyeti ile silahlanıp yola çıktı mı ,atların nal sesleri bir günlük yoldan duyulur,yollardan kalkan tozlar,göklere direk olurdu.
Her cuma günü Kale'ye gider Cuma namazını eda ederdi.Basa'da günü unutanlar Kaftanoğlu'nun geçişi ile günün Cuma olduğunu anlardı.Maiyeti ile Hıçan'dan aşağı doludizgin gelişi Basa'da beşikteki çocukları uyandırırdı.
Kaftanoğlu bir başına bire adamdı.Hiç bir padişaha bağlı değildi.O sadece zalimlerin başına topuz indiren bir beydi.
Günler böyle devam etmedi.Berda'ya bir kırgın girdi.Adına "taun"dediler.Berda'yı silip süpürdü.Ne kaftanoğlu kaldı,ne oğul-uşağı,ne de maiyeti.Hepsinin yerinde yeller esti.Ölümden kurtulan tek çocuk oldu.O da çıplaktı.Berda'nın ölülerini çevre köylerden gelenler gömdüler.Bir zaman çıngrak sesleri,koyun kuzu meleyişleri Meşe köyden duyulan Berda'nın o ıssız ve acıklı haline kurtlar kuşlar bile ağladı.
Yıkılmış berda'nın beğleri kalmış
Dünya da beterin beteri varmış
Ağla,dövün,yalvar neye yarar ki
Berda diye boş bir efsane kalmış.
ll .
Kaftanoğlu,türkmen'in haberi üzerine Derbent savaşı'na gider.Türkmen'e dönüşünde Berda'nın Gürcülerce basıldığını ,ahalinin,çoluk çocuğun kılıçtan geçirildiğini ve pek sevdiği "Bad-ı Saba"adlı karısının da kaçırılıp İstanbul'a getirildiğini öğrenir.İstanbul'a gider.Padişah Kaftanoğlu'nun geldiğini öğrenince,kuşkulanır ve onu zindana attırır.Zindancı Kaftanoğlu' na sorar:"Sen kimsin,nesin,Padişah seni niçin hapsetti?".Kaftanoğlu :
Atlarım var "gök civar"da
Nahırlarım var çevre yanda
Oğul uşak dolar taşar
Askerim var kal'alarda
Ben Derbent'te yarim evde
Kefereler kaçırmışlar
Bad-ı saba'm şimdi nerde
Ararım onu her yerde.
Kaftanoğlu derler bana
Çar köşenin sahibiyim
Beyler ağalar katında
Köroğlu'nun Şahbazıyım.
Zindancı durumu Padişah'a bildirir.Padişah Kaftanoğlu'nu huzuruna alır,derdini dinler,çare bulamaz.Frengistan' gitmek olmaz çar naçar geri döner.
Badı Saba kaçırdım
Aklımı fikrimi uçurdum
Nideyim ah yar nideyim
Alıp başımı gideyim
Padişah bile naçare
Ölüme varmı biçare
Nideyim ah yar nideyim
Alıp başımı gideyim
Kaftanoğlu derler bana
Ahır ömrümü alsana
Nideyim ah yar nideyim
Alıp başımı gideyim
Berda'ya geldiğinde köyün "taun"dan kırıldığını görür.O da Tanrı'sına yalvararak canını almasını ister.Fakat bu sırada gaipten bir ses duyar.Sese uyanır.Kendisini Peygamber çağırmıştır.Mekke'nin yolunu tutar ve bir daha geri dönmez.
lll
Kaftanoğlu Acem Şahı'nın çok iyi tanıdığı bir beydi.Şah darda kaldı mı Kaftanoğlu na haber salar onu imdada çağırırdı.
Acemdar bir name gelmiş
Asker ister Leşker ister
Kaftanoğlu emir almış
Gülle ister gürzi ister
Türkmen'de leşker toplanır
Çar köşeden tümenleri eklenir
Sade kaftanoğlumu beklenir
Gider babam giderim hey
okulyolu.org sitesinden alıntıdır.
Karagöz ile Hacivat Efsanesi
Karagöz, Batı Trakya'da Smakol adlı bir kentte yaşar. Demircidir. Sonradan Kırklareli'ne gelir. İstanbul'a geçer ve iş arar. Hoş sözlü ve nükteden kişidir. Bizans İmparator'u ile görüşmeyi başarır. Ancak iş bulamaz. İmparator onu, Türk olduğu için, Konya'ya Selçuklu Sultanı Alaeddin'e gönderir. Karagöz, saray hokkabazları aracılığıyla sultanla görüşür. Yine bir iş bulamadan Kırklareli'ne gönderir. Aradan yıllar geçer. Selçuklu devleti yıkılır. Orhan Bey Bursa'yı alır.
Bunu duyan Karagöz, eşini ve çocuklarını alarak Bursa'ya varır. Demirtaş köyüne yerleşir. Demirci olduğu için yapı taşlarını birbirine bağlayan demirleri yapmakta da ustadır.
Orhan Bey Bursa da bir cami yapmasını buyurur. Ustabaşlığını, Hacı İvaz Ağa (Hacivat) adında birine verilir. Karagöz görevlendirilir. İlk günler, sessiz sedasız, çalışır. Öbür çalışanlarla yakınlık kurunca, nükteli konuşmalarıyla çevresini eğlendirmeye başlar. Bir süre sonra, Hacı İvaz Ağa ile de yakınlık kurar. Eğlenceli söyleşilere başlar. Onlar konuşurken tüm çalışanlar izler ve işler kalır.
Orhan Bey, bir gün yapım alanına gelir, kimseyi göremez. Tüm çalışanlar, Karagöz ile Hacı İvaz Ağa'nın önüne toplanmış kahkahalarla onların konuşmasını izlemektedirler. Cami yapımı gecikmiştir. Duruma çok kızar. Karagöz'ün başını vurur. Karagöz, Çekirge yakınlarına gömülür.
Şeyh Küşteri Söylencesi
Orhan Bey,bir zaman sonra Karagöz'ü öldürttüğüne pişman olur.Olay halk arasında da hoşnutsuzluk yaratmıştır.Hacı İvaz'ı aratır. Hacı İvaz,Karagöz'ün başına gelenlerden korkarak Hac'ca gitmiş,yolda eşkıyalarca öldürülmüştür.Malları ,Şam'da satılır.Katiller köpeğinin yardımıyla bulunur ve asılır.
Orhan Gazi Şeyh Küşteri, adında bir kişinin Karagöz ve Hacivat'ı tanıdığını ,konuşmalarını bildiğini öğrenir.Şeyh Küşteri'yi çağırtır, aralarında şöyle bir konuşma geçer:
-Siz Karagöz'le Hacivat' tanıyormuşsunuz
-Evet
-Bunların hallerini bana anlatın.
-İzin verirseniz size onların hallerini bir oyunla canlandırayım.
Bundan şeyh Küşteri ,bir çanak, bir kül,biraz zeytinyağı ve bir de Ak tülbent ister.Kül ve zeytinyağını bir çanağa koyarak bir meşale yapıp,yakar.Tülbendi gerer ve ışıkla perdenin arkasına geçer.Sağ pabucuyla Kargöz'ü ,sol Pabucuyla Hacivat'ı canlandırır.Önce Hacivat'ı perdeye getirir.Osmanlıca Farsça bir dille konuşturur.Karagöz Hacivat'ın sözlerini anlamaz,ters ters yanıtlar verir.Söyleşileri böylece sürüp gider.
Orhan Gazi bu söyleşileri çok beğenir.Her zaman oynanmasını buyurur.Şeyh Küşteri bundan sonraki oyunlarda ,Karagöz ve Hacivat'ı eski giysilerle ,deri üzerine işler ve böyle oynatır.
Aşure
Aşure'nin pişirilmesiyle ilgili en ünlü efsane Nuh'un Gemisi hikayesidir. Tufan esnasında uzun süre azgın denizde kalan gemide, zamanla yiyecek sıkıntısı başlamıştır. Fırtına ve yağmur bir türlü dinmek bilmez. Açlıkla karşı karşıya kalan gemideki insanlar, ambara inerek ellerinde kalan malzemelerin hepsini karıştırıp pişirirler. Uzun sürede bu pişirdikleri yiyecekle idare ederler. O zaman bu yemeği yaptıklarında 40 çeşit malzemeden yapıldığı söylenir.
Muharrem ayının 10. günü aşure günü olarak bilinir. Aşure bereketin simgesidir. Aşure yapıldıktan sonra, ihtiyacı olanlara, komşulara, akrabalara dağıtılması paylaşmanın en güzel örneklerindendir.
Bu sene aşureyi ben yapacağım diye tutturdum. Annemin yardımıyla ilk defa aşure yaptım. Sabah erken saatlerden itibaren uğraştım ama değdi doğrusu.
Malzemeler;
2 su bardağı buğday
1,5 su bardağı nohut
1,5 su bardağı fasulye
1/2 su bardağı pirinç
5 su bardağı tozşeker
15 adet incir
20 adet kuru kayısı
1 su bardağı sarı üzüm
2 portakal kabuğu
Ceviz, fındık, badem
1 çay bardağı nişasta
2 kaşık un
Yapılışı:
1. Bir gece önceden ıslattığımız buğday, nohut ve fasulyeyi ayrı ayrı düdüklü tencerede haşlayalım. Pirincide ayrıca haşlayalım. Haşlandıktan sonra hepsini birbirine karıştıralım.
2. İncir, kayısı ve portakal kabuklarını küçük küçük doğrayalım. Kayısı ve üzümleri suya koyarak bekletelim.
3.Tüm malzemeleri büyük tencerede birbirine iyice karıştıralım. Eğer suyu az ise bir miktar su ekleyelim. Nişasta ve unu su ile iyice ezdikten sonra tencereye ekleyelim ve karıştırarak kaynatalım.
4. Aşure kaynayıp meyveler piştikten sonra şekerini ekleyerek bir taşım daha kaynatalım.
5. Üzerini ceviz, badem veya fındık ile süsleyelim.
2 Mart 2012 Cuma
Keloğlan Efsanesi
Kel Oğlan
Keloğlan, Türk masal kahramanı. Türk ve Altay mitolijisinde, halk kültüründe ve masallarda adı geçen saçsız kahramandır. Bazı lehçelerde Kaloğlan olarak da bilinir. Kısaltılmış olarak Kalca (Kalça) veya Kelçe (Kelce) olarak da geçer.Yani Keloğlan yalnızca Anadoluda değil ondan daha önce çıkmış bir karakterdir.Günümüzde Bazı Türki Devletlerde de Keloğlan karakteri mevcuttur.
Çoğu zaman güldürü öğeleri taşır. Kurnazlığı ve bahtı temsil eder. Zor durumlardan aklı ve şansı sayesinde kurtulur. Taşşa ile bağlantılıdır. Kalçapatır (Kelce Batur) olarak geçtiği şiveler vardır. Helce biçimiyle de söylendiği olur. Pek çok Türk dilinde “Kal” sözcüğü kel demektir. Azericede “Keçel” (ç ve l değişimi ile) olarak bilinir. Keloğlanın Altay masallarındaki eski biçimi olan Kelçe; çokbilmiş, kurnaz ve talihlidir. Ukala ve alaycı olarak da görünür. Kendisini kele dönüştürerek öteki dünyaya bile gidebilir, göğün yedi katını ve yıldızları dolaşır. Altay efsanelerinde kel kadın şaman ölüleri bile diriltir. Bu nedenle kellik bir güç simgesidir. Güneşli bir günde kar yağdırır, fırtına çıkarır. Manas Destanında Targıl Taz adlı bir kahin vardır (Taz, kel demektir). Kel/Kal sözcüğünün Moğolca Gal “Ateş” sözcüğü ile de bağlantısı vardır. Ateş kutsallık ve güç içeren bir enerjiye sahiptir. Moğolların Gal Han adlı bir Tanrıları vardır.
Keloğlan, Anadolu Türk masalları arasında önemli bir yere sahiptir. Annesi ile yaşayan Keloğlan, yoksul bir delikanlıdır. Geçinmek için birçok işe girip çıkar. Sakar ve saftır, ancak yeri geldiğinde hazırcevap olması ve karşılaştığı sorunlara akılcı, pratik çözümler bulmayı bilir. Bu özellikleriyle de, her masalın sonunda mutlaka muradına eren bir kahramandır.
Keley – Altay mitolojisinde adı geçen yarı tanrıdır. Ülgen’in kızlarından biriyle, yerden doğan bir şamanın evliliğinden dünyaya gelen bir kişidir. Peltek dillidir. Keloğlan adlı masal kişiliğinin oluşmasında rol oynayan arkaik tiplerdendir. Yani Keloğlan'ın Türk mitolojisi içindeki en eski biçimi olduğu söylenebilir. Moğollar ve Avarlar da ilk atalarının kel olduğunu söylerler.
Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Çok söylemesi günahmış. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu " Keloğlum, keleş oğlum" diye severmiş. Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izinalıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş. Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu..
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş.
Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş. Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış..
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış. Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş.
"Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan annesini bile dinlememiş. "Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim..." diyormuş. Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış. Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.
Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek içinsihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun." Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş. O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış.
Keloğlan, Türk masal kahramanı. Türk ve Altay mitolijisinde, halk kültüründe ve masallarda adı geçen saçsız kahramandır. Bazı lehçelerde Kaloğlan olarak da bilinir. Kısaltılmış olarak Kalca (Kalça) veya Kelçe (Kelce) olarak da geçer.Yani Keloğlan yalnızca Anadoluda değil ondan daha önce çıkmış bir karakterdir.Günümüzde Bazı Türki Devletlerde de Keloğlan karakteri mevcuttur.
Çoğu zaman güldürü öğeleri taşır. Kurnazlığı ve bahtı temsil eder. Zor durumlardan aklı ve şansı sayesinde kurtulur. Taşşa ile bağlantılıdır. Kalçapatır (Kelce Batur) olarak geçtiği şiveler vardır. Helce biçimiyle de söylendiği olur. Pek çok Türk dilinde “Kal” sözcüğü kel demektir. Azericede “Keçel” (ç ve l değişimi ile) olarak bilinir. Keloğlanın Altay masallarındaki eski biçimi olan Kelçe; çokbilmiş, kurnaz ve talihlidir. Ukala ve alaycı olarak da görünür. Kendisini kele dönüştürerek öteki dünyaya bile gidebilir, göğün yedi katını ve yıldızları dolaşır. Altay efsanelerinde kel kadın şaman ölüleri bile diriltir. Bu nedenle kellik bir güç simgesidir. Güneşli bir günde kar yağdırır, fırtına çıkarır. Manas Destanında Targıl Taz adlı bir kahin vardır (Taz, kel demektir). Kel/Kal sözcüğünün Moğolca Gal “Ateş” sözcüğü ile de bağlantısı vardır. Ateş kutsallık ve güç içeren bir enerjiye sahiptir. Moğolların Gal Han adlı bir Tanrıları vardır.
Keloğlan, Anadolu Türk masalları arasında önemli bir yere sahiptir. Annesi ile yaşayan Keloğlan, yoksul bir delikanlıdır. Geçinmek için birçok işe girip çıkar. Sakar ve saftır, ancak yeri geldiğinde hazırcevap olması ve karşılaştığı sorunlara akılcı, pratik çözümler bulmayı bilir. Bu özellikleriyle de, her masalın sonunda mutlaka muradına eren bir kahramandır.
Keley – Altay mitolojisinde adı geçen yarı tanrıdır. Ülgen’in kızlarından biriyle, yerden doğan bir şamanın evliliğinden dünyaya gelen bir kişidir. Peltek dillidir. Keloğlan adlı masal kişiliğinin oluşmasında rol oynayan arkaik tiplerdendir. Yani Keloğlan'ın Türk mitolojisi içindeki en eski biçimi olduğu söylenebilir. Moğollar ve Avarlar da ilk atalarının kel olduğunu söylerler.
Kaynakça
- Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt
- Türk Mitolojisi Sözlüğü, Pınar Karaca (Keçel)
Keloğlan ve Sihirli Taş
Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Çok söylemesi günahmış. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu " Keloğlum, keleş oğlum" diye severmiş. Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izinalıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş. Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu..
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş.
Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş. Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış..
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış. Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş.
"Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan annesini bile dinlememiş. "Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim..." diyormuş. Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış. Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.
Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek içinsihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun." Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş. O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış.
Yazan: Ahmet EFE
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)